19 Şubat 2020 Çarşamba

‘Aktif İzlem’ ile prostat kanserli hastalara tedavi değil takip!

Her prostat kanseri teşhisi tedavi gerektirmez: 'Aktif İzlem' uygun hastada en iyi seçenek olabilir

Prostat kanserli her hastanın tedavi edilmesi gerekmez. Hayatı tehdit etmeyecek ama tarama/erken tanı amaçlı yapılan tetkikler sonucu teşhis edilen pek çok prostat kanseri olgusu tedavisiz izlenebilir. Bu yaklaşımla hasta gereksiz tedavinin yan etkilerinden korunabilir. 'Aktif İzlem' adı verilen bu yöntem ile hasta ve hasta yakını ayrıca doğabilecek masraflardan da kaçınmış olur. Üroloji ve Üroonkoloji uzmanı Prof. Dr. Can Öbek, az bilinen bu yöntem hakkında önemli bilgiler paylaştı.

Prostat kanserinin kendisine ait bazı özel durumlar söz konusudur. Kanserin tipine göre seyri önemli farklılıklar gösterir. Prostatta yaşla beraber ortaya çıkan kanserlerin önemli bir kısmı ya hiç ilerlemez ya da çok yavaş ilerleyebilir. Bu tip kanserler genel olarak başka organlara sıçramaz (metastaz yapmaz) ve hayatı tehdit etmez. Buna klinik önemsiz kanser veya düşük/çok düşük riskli kanser denir.Ürolojideki güncel anlayışa göre, bu kişilere uygulanacak tedavi gereksizdir.
"Tedavi olalım, bu illetten tamamen kurtulalım" çoğu hastanın düşündüğü ve tek bir açıdan bakıldığında elbette mantıklı bir yaklaşımdır.

Fakat olaya farklı bir açıdan bakacak olursak, en deneyimli ellerde dahi prostat kanseri için uygulanacak tüm tedavi yöntemlerinin olası risk ve komplikasyonlarıbulunur. Bunlar, kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir ve bazen hayatı boyunca kişiyi rahatsız edebilir. Organa sınırlı kanserde, ameliyat ve/veya ışın tedavisinin cinsel yaşam, idrar kaçırma ve bağırsak ile ilgili yan etkileri olduğu çok net olarak bilinmektedir.

Tüm bunlara uygun bir seçenek olabilecek 'Aktif İzlem' konusunda Üroloji Ve Üroonkoloji Uzmanı

Prof. Dr. Can Öbek şu detaylara dikkat çekti:


"Bu yaklaşım, olası gereksiz tedavinin yan etkilerinden kişiyi mümkün olduğunca korumak için geliştirildi. İdeali, tedaviden kişiyi hayat boyu koruyabilmektir, fakat bu herkes için mümkün olmaz. Bu stratejiyi benimseyen hastalarda %30-35 oranında ileriki yıllarda tedaviye geçme gerekliliği doğar.

Güncel MR-füzyon biyopsi teknolojisi ile hastadaki tümörü daha iyi karakterize edebilme olanağıylabu %35'lik oranın çok daha düşük seviyelere ineceği kanaatindeyim. Aktif izleme alınan, ancak ileride tedaviye geçilen kişilerin kazancı da, şifa şansını kaybetmeden, tedavilerin yan etkilerini mümkün olduğunca geciktirmektir. Ayrıca bu süre zarfında tıptaki gelişmelerden faydalanarak, zamanı geldiğinde, daha yeni bir yöntemle tedavi olmaktır."

Teşhis sonrası hastayı nasıl bir süreç bekler?

Prof. Öbek ayrıca, biyopsisinde prostat kanseri teşhisi konan hastayı ne derece zor bir karar sürecinin beklediğine şu sözleriyle vurgu yaptı:

"Kanser olarak rapor edilen patoloji aşamasında, hastanın ve yakınlarının bir dönem cevaplarını bulmaya çalıştıkları sorular doğar: Tedavi gerekli mi, gerekliyse farklı seçenekler arasından hangisi hasta için daha uygun; ameliyat mı olunmalı, radyoterapi mi görülmeli;yoksa yeni bir seçenek olan fokal tedavi mi daha cazip;ameliyat olunacaksa açık ameliyat mı, robot yardımlı ameliyat mı daha iyi gibi…

'Kanser' teşhisi şokunun yanında, pek çok farklı fikirlerin de olduğu bu dönemin hasta ve yakınları için çok sıkıntılı olduğunu gayet iyi biliyoruz.Üroloji tarafından baktığımızda, ilk teşhis konmuş hastamızda elimizdeki bilgileri en iyi şekilde değerlendirerek, hastalığın olası doğal seyrini öngörmeye ve gayret ederiz. Bu öngörüye dayanarak, hastamızın genel sağlık durumunu, yaşam felsefesini, hayattan beklentilerini de göz önüne alarak, kendisi ile olasılıkları etraflıca paylaşır ve ortak bir tedavi planına karar veririz. Yeterince bilgilendirilmiş hastanın tedavi plan sürecine aktif olarak katılmasının, tedavi sonrası sonuçtan memnuniyetini arttırdığı bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir."

Kanserin klinik anlamda 'önemsiz' olduğuna nasıl karar verilir?

Burada farklı bazı parametreler yol gösterici olur. Kişinin bir kan testi olan PSA değeri, yapılan prostat muayenesi, hastanın MR değerlendirmesi ve en önemlisi debiyopsi bulgularının detayı en sık kullanılan temel parametrelerdir.Biyopside kanserin saldırganlık derecesini ortaya koyan ve Gleason skoru olarak adlandırılan parametre çok önemlidir. Biyopside kaç örnekte tümör saptandığı, bunların alınan dokunun ne kadarını etkilediği de biyopsideki yardımcı ek bilgilerdir. Bazı durumlarda yeni bazı kan, idrar veya dokuda yapılabilen moleküler/genetik testlere de başvurmak gerekebilir.

Aktif İzlem'de takip nasıl yapılır?

Aktif İzlem, isminden de anlaşılacağı gibi aktif bir süreçtir; hastalığın takipsiz kendi haline bırakılması değildir. Hastanın düzenli ve belirli aralarla hekim kontrolünü gerektirir. Bu kontrollerde fiziki muayene, kanda PSA testi, MR çekimleri ve aralıklarla biyopsinin tekrarı söz konusudur. Eğer izlemden çıkıp, tedaviye geçilecekse, bu büyük çoğunlukla biyopsi bulgularındaki değişiklikten kaynaklanır. Son yıllarda kullanıma giren ve akıllı biyopsi olarak bilinen MR füzyon biyopsi teknolojisi, aktif izlem karar ve takibindeki hassasiyeti önemli ölçüde arttırmıştır.

Aktif izlem yalnızca yaşlılara mı uygulanır?

Güncel ve güvenilir tıbbi kılavuzlar, hasta tercih ettikten sonra, her yaştan hasta için aktif izlemin makul bir seçenek olduğunu net olarak ifade eder. Bu konudaki genel yanılgı, aktif izlemin sadece 70 yaş ve üstü hastalara uygulanabileceğidir.


PembeNar Özel

6ace6b0c443e484b97c4d3b1030577d7

İlişkilerde sürekli ayrılıp barışmak sağlığa zarar mı veriyor?

Missouri Üniversitesi'nde 500 çift üzerinde yapılan bir araştırmaya göre sürekli ayrılıp barışmak çiftlerin depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açtığı da tespit edildi.

Günümüz ilişkilerinde ayrılıp barışmak oldukça sık rastlanılan bir durum. Gerek dizilerde gördüğümüz çiftler gerekse arkadaş veya akrabalarımızda gördüğümüz bu ayrılma ve barışmaya dayanan ilişkiler, çiftleri ayırmayan kötü olayların onların ilişkisini daha da güçlendirdiği konusunda bir yanılgıya düşmemize sebep oluyor. Aslında gerçek olan şey ise ilişkileri öldürmeyen şeyin güçlendirdiği değil, süründürdüğü.

Missouri Üniversitesi'nde 500 yetişkin çift üzerinde yapılan bir araştırmada çiftlerin yüzde 60'ının sürekli ayrılıp barıştıklarının ortaya çıkmasının yanı sıra daha stabil bir ilişkisi olan çiftlerle kıyaslandıklarında bu çiftlerin arasında bağlılık ve iletişim eksikliği olduğu fark edildi Ayrıca bu tarz "ayrıl-barış" ilişkilerin her iki tarafta da depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açtığı da tespit edildi. Araştırmalara göre ayrılıklar genellikle hararetli bir tartışmanın veya ihanetin ardından yaşanırken iki taraf da birbirinden kopamadığı için barışılıyor. İlişkiyi daha ciddiye alan taraf diğer tarafın ilişkiye zarar verecek olan davranışlarını karşı tarafı kaybetme korkusu yaşadığı için tolere etmekte.

Ufak bir tartışmanın ardından tarafların birbirlerine olan güvenlerini sorgulaması ve karşı tarafa yetemediklerini düşünmeye başlamaları onları ayrılığa sürükleyebilirken kıskançlıktan kaynaklanan endişe ve kavgalar da kişide depresyona sebep olabiliyor. Sağlığın her şeyden önemli olduğunu ve mutsuzluk veren bir ilişkinin büyük zararlar verebileceğini belirten psikologlar, ayrılıp barışma üzerine kurulu ilişkilerde tarafların birbirleriyle anlaşamasa dahi barışmalarının nedeninin birbirlerine karşı besledikleri cinsel tutku olabileceğini belirtiyor. Psikolog Madeleine Mason Roantree, bu tarz ilişkilerin duygusal ve fiziksel suistimale dayanan ilişkiler olduğunu açıklıyor ve tarafların birbirinden ayrı kalamadığını fakat beraber olduklarında birbirlerine kötü geldiklerinin de altını çiziyor.

Ayrıldığınız kişiyle tekrar bir araya gelme ihtimaliniz olduğunda kendinize hatırlatmanız gereken tek bir şey var, o da o kişiyle daha önce neden ayrıldığınız. Eğer ortada bir barışma ihtimali varsa öncelikle eski sevgilinizle ilişkinizde nelerin yanlış gittiğini konuşmalı ve aynı sorunları tekrar yaşayıp yaşamayacağınızı anlamalısınız.

1c79344ad21a4ace80b759949b9c66ba

5 Şubat 2020 Çarşamba

Kirpik uzatma yöntemleri

Daha uzun kirpikler içi kirpik uzatma yöntemlerinden birini seçip düzenli uygulamanız yeterli.



Daha uzun kirpikler içi kirpik uzatma yöntemlerinden birini seçip düzenli uygulamanız yeterli.
Her kadın kirpiklerinin daha gür ve uzun görünmesini ister. Bunun için başvurulabilecek iki yöntem var. Birincisi kozmetik ürünlerinden ve uygulamalarından faydalanarak geçici bir süre için kirpiklerin daha uzun görünmesini sağlamak. İkincisi, doğal yöntemlerle kirpikleri gerçekten uzatmak.
1. Geçici olarak kirpik uzatmak için ne yapmalı?Rimel süremeden önce kirpik kıvırıcı kullanabilirsiniz. Kirpik perması ile ipek kirpik uygulamaları da sık başvurulan geçici kirpik uzatma yöntemleri arasında. Ancak sık uygularsanız ve ehliyetsiz ellere teslim olursanız kirpiklerinizin zarar görme, dökülme ihtimali yüksek.  
2. Kalıcı olarak kirpik uzatmak için ne yapmalı?Elbette üzerinde «kirpik uzatıcı» ibaresi bulunan güvenilir bir ürünü kullanabilirsiniz. Ancak doğal yağlardan da faydalanabileceğinizi unutmayın. Badem yağı, hint yağı ve zeytinyağı kirpik uzatma konusunda en etkili araçlar. E vitamini yağı ve vazelini de aynı amaçla kullanabilirsiniz. Dilerseniz tamamını bir araya getirerek yeni bir karışım da elde edebilirsiniz. 
Akşam yatmadan önce kulak temizleme çubuğu ile kirpiklerinizin diplerine badem yağı, hint yağı, zeytinyağı, E vitamini yağı veya vazelin sürmeniz yeterli. Böylece siz uyurken kirpikleriniz nem kazanır, beslenir ve düzenli uygulama sonunda güçlenirler. 
Kirpik uzatma yöntemlerine başvururken unutmamanız gereken birkaç önemli nokta var. Öncelikle makyajla uyumamanız gerekiyor, rimel kirpiklerinizin hava almasını engeller, kırılmasına ve dökülmesine sebep olur. Ayrıca beslenmenize özen göstermeli, günlük ihtiyacınız olan vitamin, mineral ve proteinleri almalısınız. Son olarak sabırlı olmanız gerektiğini hatırlatalım, çünkü kirpikler saçlarınızdan daha geç uzar. 



459263a1189a482593745c1db6f2d9a2

Bu hastalığa dikkat: Norovirüs

"Norovirüs nedir? Norovirüs nasıl bulaşır? Norovirüs kaç günde geçer? Norovirüs tedavisi nasıldır?" Norovirüse dair merak ettiğiniz soruların yanıtları haberimizde!



"Norovirüs nedir? Norovirüs nasıl bulaşır? Norovirüs kaç günde geçer? Norovirüs tedavisi nasıldır?" Norovirüse dair merak ettiğiniz soruların yanıtları haberimizde!
Acıbadem Bakırköy Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Özlem Altay Yücel, norovirüsten korunmak için ellerin sık sık yıkanması, kalabalık ortamlara çok fazla girilmemesi ve sağlıklı beslenilmesi gerektiğini vurguluyor.
 
Norovirüs nedir? Norovirüs nasıl bulaşır?
 
Calicivirüs ailesinden bir RNA virüsü olan ve değişik antijenik tipleri olan Norovirüs, en sık olarak ağız ya da dışkı yoluyla bulaşıyor. İshal şikayetiyle hastaneye başvuran kişilerin 5'te birindeki semptomlardan norovirüsler sorumlu. Hasta kişiyle temas edilmesi; kirlenmiş içme suyu, havuz suyu veya buz küpleri kullanımı; midye, istiridye gibi deniz ürünleri ve dondurma, sandviç gibi gıdaların tüketimi ya da kanalizasyon suyu ile kirlenmiş meyve ve sebzelerin kullanılması hastalığa neden oluyor. Geçtiğimiz yılın ikinci yarısından bu yana giderek daha fazla görülmeye başlanan norovirüs, ısı ve klorlanmaya karşı oldukça dirençli bir virüs. Bu yüzden dondurulmuş gıdalarda hayatta kalabiliyor ve virüse soğuk kış aylarında daha sık rastlanıyor.
 
İlk birkaç gün oldukça şiddetli geçiyor
Kuluçka süresi 12-48 saat arası olan bu virüs, ilk birkaç gün en yüksek düzeyde virüs atılımına dolayısıyla bulaşmaya neden oluyor, gaitada ise 3 haftaya kadar virüse rastlanabiliyor. Aniden ortaya çıkan bulantı-kusma, inatçı iştahsızlık, ishal, hafif ateş, karın, kas ve baş ağrısı, halsizlik ile kendini gösteriyor.
 
Çocuklar daha fazla etkileniyor
Hastalığın her yaş grubunda görülebilmesine karşın 1-5 yaş arası çocuklarda hastane yatışı gerektirecek kadar ciddi seyrettiğini belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Özlem Altay Yücel, bu virüsün yol açtığı belirtilerin kimi zaman barsak düğümlenmesi gibi başka hastalıklarla karıştırılabildiğini vurguluyor. Virüs, hastadan alınan dışkı örneğinin mikrobiyolojik incelemesi ile kesin olarak tespit ediliyor.
 
Norovirüs nasıl tedavi edilir?
 
Norovirüs tedavisinde ciddi kusma, ishal ve iştahsızlığı olan hastalara, hastanede yatarak damar yolu ile sıvı veriliyor, böylece kaybedilen su ve elektrolitler yerine konuluyor. Ayrıca bağırsak florasını yenileyen probiyotik desteği sağlanıyor. Tedavide antibiyotik ise kullanılmıyor.
 
Norovirüsten nasıl korunursunuz?
 
Rota virüsü gibi aşısı olan hastalıklarda aşı korunmayı büyük ölçüde sağlarken aşısı olmayan norovirüste hijyen kuralları bir kat daha önemli hale geliyor. Dr. Özlem Altay Yücel, hastalıktan korunmak için şu önerilerin yardımcı olacağını vurguluyor:
 
Eller sık sık yıkanmalı: Hastalıktan korunmada en etkili yol yemek yemeden önce ve sonra, tuvaletten sonra mutlaka el yıkamak. Eller ağız ve buruna sık sık sürülmemeli, tırnak yeme alışkanlığı bırakılmalı.
 
Hijyene dikkat edilmeli: Gıda, yemek hazırlayan kişiler kişisel hijyen kurallarına mutlaka uymalı.
 
Temastan kaçınılmalı: Hasta kişiler ile yakın temastan kaçınılmalı ve hastalar kalabalık ortama girilmemeli. İshal olan çocuk 3 hafta boyunca virüsü taşıdığından, varsa ayrı bir tuvalet kullanmalı, tek tuvalet varsa o çıktıktan sonra tuvalet çamaşır suyu ile dezenfekte edilmeli.
 
Sağlıklı beslenmeli: Ev yapımı gıdalar tercih edilmeli, abur-cuburdan kaçınılmalı, sağlıklı atıştırmalıklar yenmeli, meyve ve sebzeler iyice yıkanmalı.
 
Yeterince ve zamanında uyunmalı: Bağışıklık sisteminin iyi çalışması için uykunun çok önemli olduğu çocuklara aşılanmalı.
 
Spor yapılmalı: Hareketsizlik her yaş grubu için zararlıdır. Yaşa uygun bir sporla uğraşarak bağışıklık desteklenmeli.
 

 
Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü'nden Doç. Dr. Elif Hakko, norovirüs hakkında bilgiler verdi.
 
Akut ishale başlayan ve virüs olduğu için antibiyotiklerin etkisiz olduğu norovirüs, salgınlara neden olabiliyor. Aniden başlayarak hastayı yatağa düşüren norovirüsün belirtileri arasında bulantı, kusma, ishal ve karın ağrısı bulunuyor. Norovirüs hastalığında, bu belirtilere ayrıca çok yüksek olmayan ateş, üşüme, titreme, baş ve kas ağrıları ile yorgunluk eşlik edebiliyor. Hastalığın aniden başlayarak hastayı yatağa düşürmesi ve 1-2 gün içinde etkisini kaybetmesi dikkat çekiyor. Hastalık süresinde hastaların oldukça halsiz hissetmelerine ve sürekli kusmalarına rağmen norovirüs genelde çok ciddi sonuçlara yol açmıyor. Kısa süre içerisinde etkisini kaybeden virüsün kalıcı hasar bırakmadığını söylemek mümkün. Ancak hastalar, su içemedikleri için susuz kalarak hastanede bakıma ihtiyaç duyabiliyor. Bu genellikle küçük çocuklarda, yaşlılarda ve bağışıklık sistemi zayıf kişilerde görülüyor.
 
Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Elif Hakko: "Norovirüs bulaştığında ishal, kusma, karın ağrısı gibi şikayetlere neden oluyor. Çocuklarda erişkinlere nazaran daha çok kusma görülebiliyor. Kısa sürede vücudu etkisi altına alan norovirüs, yiyecek, içecekler özellikle şebeke suları, norovirüs bulaşmış yüzeylere dokunulup ardından elin ağıza götürülmesi, hasta bir kişinin çatal ve bıçağını kullanılması, hasta kişilerin dışkıları ve kusmukları ile temas edilmesi durumlarında bulaşabiliyor. Hastalık başladıktan hemen sonra ve iyileştikten 3 gün sonrasına kadar bulaştırıcı etkisini koruyor, bazı kişiler 2 haftaya kadar taşıyıcı olabiliyor. Norovirüse karşı herhangi özel bir ilaç bulunmuyor. Hastalık süresinde bol sıvı alınmasını öneriyoruz.  Ağızdan sıvı kaybını karşılamayacak kadar sıvı alamayanlara damardan sıvı verilebilir" dedi.
  
Norovirüs enfeksiyonundan korunmanın yolları nelerdir?
 
Eller sık sık yıkanmalı, özellikle tuvalet sonrası, bebek bezi değiştirdikten sonra, yemek hazırlamadan ve yemeden önce,

 
Meyve ve sebzeler iyice yıkanmalı,

 
Kirli yüzeyler temizlenmeli ve dezenfekte edilmeli,

 
Virüs bulaşmış, çarşaf, giyecek, örtü gibi çamaşırlar yüksek ısıda su ve sabunla hemen yıkanmalı,

 
Şebeke sularında sorun varsa kaynatılıp soğutulduktan sonra kullanılmalı,

 
Enfeksiyonu olan kişiler, hastalıkları sırasında yemek hazırlamamalı.

 




f8ac67b9f9ef47ffa5a6da12ad598f90

3 Şubat 2020 Pazartesi

Çocuk sahibi olmak ömrü uzatıyor

Yeni yapılan bir araştırmaya göre, çocuklu insanlar, çocuksuz insanlara göre daha uzun yaşıyorlar.



Yeni yapılan bir araştırmaya göre, çocuklu insanlar, çocuksuz insanlara göre daha uzun yaşıyorlar.
Bazı insanlar için çocuk sahibi olmak çok da üzerinde düşünülecek bir konu değil. Bazıları içinse, hiç de kolay bir karar değil. Ama daha uzun yaşamanın bir yolunu arıyorsanız, bazı yeni araştırma bulguları karar vermenizde size yardımcı olabilir.
 
Yeni yapılan bir araştırmaya göre, çocuklu insanlar, çocuksuz insanlara göre daha uzun yaşıyorlar.
 
Üstelik bu durum, ebeveynlerin çocuk doğurmanın değil ama büyütmenin, yetiştirmenin ne kadar zor olduğuyla ilgili sürekli yakınmaları, şakalar yapmalarına rağmen böyle.
 

 
Ebeveynlere fazladan 20 yıl
Araştırmada varılan sonuç, erkeklerde de kadınlarda da, 60 yaşına ulaşıldıktan sonra eğer en az bir adet çocukları varsa daha uzun süre yaşadıkları yönünde. Bu araştırma için 1.4 milyon kadar, 1911 ile 1925 yılları arasında doğmuş İsveçli'den sonuçlar toplanmış.
 
Sonuca göre, çocuk sahibi olan babalar 20.2 yıl, çocuksuz olan erkekler ise 18.4 yıl fazladan yaşamışlar.
 
Çocuk sahibi olan kadınlarda ise bu durum, 60 yaşlarını aştıktan sonra 24.6 yıla kadar çıkmış. Ayrıca, 80 yaşında çocuklu bir kimsenin bir yıl ölüm riski %7.4 olarak ölçülmüş, bu da çocuksuz birinde 8.3 olarak bulunmuş.
 
İlginç bir şekilde, araştırmada erkekler evli ve evli olmayanlar şeklinde ikiye ayrılmış ve ani ölüm riski bulgularında evli olan erkeklerin, evli olmayanlara kıyasla daha az risk altında olabilecekleri görülmüş. Ani ölümün daha fazla görüldüğü evli olmayan erkeklerde %1.2, diğer kısımda bulunanlarda ise %0,6 oranında risk saptanmış.
 
Bu noktada yapılan başka araştırmalar, kız çocuğu olanların daha uzun ömürlü olduğunu öne sürerken, bu son yapılan araştırma çocuğun cinsiyetinin hiçbir önemi olmadığını ortaya koymuş.
 
Araştırmayı yapanlara göre, bu durumla ilgili olarak kesin neden ve sonuçlar çıkarmak mümkün değil ancak araştırmacılar, bunun çocuklu insanların bu araştırmayla ilgili gönüllü olmaya tereddüt etmezken, diğerlerinin araştırma sonuçlarına göre hayatlarının son dönemlerinde destek görmedikleriyle ilgili fikirlerinin olması da araştırmanın sonucunu desteklediğini düşünüyorlar.
 
 
 
 
 
 



7284d151df694c43af30ffac0a841683

Modaya yön veren First Lady’ler

ABD tarihinin geçmişten günümüze kadar modaya yön veren First Lady'lerini derledik.

Martha Washington 1789-1797


Abigail Smith Adams 1797-1801


Dolley Madison 1801-1817


Louisa Catherine Adams 1825-1829


Hannah Hoes Van Buren 1837-1841


Letitia Christian Tyler 1844-1845


Julia Gardiner 1844-1845


Mary Todd Lincoln 1861-1865


Eliza Mccardle Johnson 1865-1869


Julia Grant 1869-1877


Lucretia Rudolph Garfield 1881-


Caroline Lavinia Scott Harrison 1889-1893


Francez Folsom Cleveland 1893-1897


Ida Saxton Mckinley 1897-1901


Ellen Axson Wilson 1913-1914


Edith Bolling Galt Wilson 1915-1921


Eleanor Roosevelt 1933-1945


Mamie Eisenhower 1953-1961


Jackie Kennedy 1961-1963


Lady Bird Johnson 1963-1969


Pat Nixon 1969-1974


Betty Ford 1974-1977


Rosalynn Carter 1977-1981


Nancy Reagan 1981-1989


Barbara Bush 1989-1993


Hillary Clinton 1993-2001


Laura Bush 2001-2009


Michelle Obama 2009-


e3bfe25da8164f02a07f5491bc92c069